Hayat hızlı geçiyor. Karantinadayken sizlerle taa 15 Aralık’ta yaptığımız bir çekimi paylaşmak istiyorum. Zamanın ne kadar hızlı geçtiğinin, büyüdüğümüzün farkında olamıyoruz bazen.
O günkü ekiple büyümek hakkında yaşadığımız kısa bir diyalogdan sonra, “Ne zaman büyüdüğünü anladın?” sorusuna aldığım birkaç cevabı okuyabilirsiniz.

Büyüdüğünüzü hissediyor musunuz?

Az biraz.

Ne değişti peki?

Sorumluluklarımız arttı. 

Hayat acımadı.

*Gülmeye başlıyoruz*

Gereksiz zorunluluklarımız var. 

Gereksiz mi?

Evet. Mesela ben hep düşünüyorum… bir gün içerisinde görmek istemediğim insanlar var ve ben onları her gün görmek zorunda kalıyorum. Ve gereksiz… ben neden onları her gün görmek zorundayım ve sevdiğim insanları her gün görmemiyorum?

Ama küçükken de öyle değil miydi? Beş yaşındayken, kreşe gidiyorsun falan…

Ben… O zaman herkesi seviyordum.

Sence neden?

İnsanlar büyüdükçe…

Çeşitlilik artıyor biraz.

Evet. Küçükken herkes daha saf, daha mutlu. Tek amaç oyun oynamak.

Peki çeşitlilik mi daha iyi yoksa tek amacın oyun oynamak olması mı?

Tek amacın oyun oynamak olması.

Bence de!

Sonsuza kadar öyle kalmak iyi mi yani?

Sonsuza kadar değil de belli bir süre. 30 yıl çocuk kalabiliriz.

Hırs falan giriyor işin içine. Hırs, ikiyüzlülük…

.

9 yaşındaydım sanırım, çocuk havuzuna balıklama atlayıp çenemin altını yarmıştım ve o zaman anlamıştım ki çocuk havuzuna artık sığamayacak büyüklükteyim.

.

.

Siteden çıkarken güvenlikler ailesinden biri yanlarında olmayan çocuklara anne babalarından izinleri olup olmadığını sorarlardı ve evlerini arayıp izniniz var mı diye teyit ederlerdi. Genellikle yazları kırtasiyeye gitmek için arkadaşlarımızla toplanıp güvenliğe giderdik ve her defasında ailemizi arayıp sorarlardı. En son kırtasiyeye gidişimizin üstünden neredeyse bir yıl geçmişti ve yine yaz gelmişti. Kırtasiyeye gitmeye karar verdiğimizde güvenlik “gidebilirsiniz artık büyüdünüz” deyip ailemizi aramamıştı. O gün artık çocukluktan çıktım gibi hissetmiştim.

.

.

Geçtiğimiz yaz, arkadaşımla birlikte bisiklette gidiyorduk. Yanımızda küçük bir çocuk vardı. Eren, çocuğa “yarışalım” dedi. Çocuğun yanıtı: “Seninle mi yarışacağım dede!” Ve içim burkuldu o an. Çok ağır olmuştu.

.

.

Çocukluğumun bitmesini hiç bir zaman istemedim ama bir nevi çok erken yaşta bittiğini hissettim gibi geliyor. Kardeşim doğduğunda kendimi ister istemez ondan sorumlu hissettim. O sorumluluk duygusuyla da çocukluğum daha hızlı sonlandı. Bir de birinci sınıfa geçtiğim gün bütün oyuncaklarımı toplayıp annemin önüne bırakmıştım ben artık büyüdüm oyuncakla oynamak istemiyorum diye.

.

Babamın arkadaşlarının aileleriyle birlikte gittiğimiz tatillerde çocuklardan benim sorumlu olmam…

.

.

4. sınıfta başıma gelmişti. O seneye kadar öğretmenlerimin dediğinden şaşmayan, ödevlerindeki resimleri ödev güzel gözüksün diye boyayan, dersi asla ama asla bozmayan düzenli, tertipli bir öğrenciydim. Nedendir bilmem, o seneki sınıf öğretmenimiz beni hiç sevmemişti. Senenin sonlarına doğru, haftalık fen deneyi yapma sırası bana geldiğinde, hiç mi hiç anlam veremediğim bir deney düşmüştü bana. Bir cam kavanozun içerisine bahçeden toprak doldurmam ve okulda bu toprağa su dökmem gerekiyordu herkesin karşısında. Deney gününde benden istenileni yaptıktan sonra öğretmenim, çok iyi hatırlıyorum, bana dönüp “Şimdi ne öğrendik bu deneyden?” diye sormuştu. Ben gerçekten de ne öğrendiğimizi anlamamıştım. Normalde anlamadığımı kolay kolay kabul etmeyen bir yapıya sahiptim o zamana kadar ama orada kendime çok güvenli bir biçimde “Öğretmenim özür dilerim, ben bu deneyden ne çıkarmam gerektiğini hiç anlayamadım” demiştim. Öğretmenimin buna karşılığı ise “Tabiki de toprağa su dökünce içindeki hava boşlukları doldu ve solucanlar dışarı çıktı” diye sitem etmek olmuştu. Bu cevap karşında, o zamanki aklımla, yerime otururken, kendi kendime “Ne kadar da saçmaymış, aman hiç kendimi üzmeyeceğim bunun için” demiştim ve belki de hayatımda ilk defa bana kıyasla daha fazla otorite sahibi olan bir kişinin duygu ve düşüncelerini körü körüne önemsemek yerine aklımı ve mantığımı kullanarak kendimi boşu boşuna üzülmekten alıkoyma olgunluğunu gösterebilmiştim.

.

.

Bir gün tanımadığım bir kız yanımdan geçerken durup “Oyy ne tatlısın sen” dediğinde ve bu durum hoşuma gitmediğinde.

.

.

Hiçbir zaman çocukluğumun tamamen bittiğini düşünmedim, her zaman dışarı taşan çocuksu bi enerjim olduğunu düşünmüşümdür. Ama ne zaman büyümeye başladığımı belirleyen anım birinci sınıftaydı sanırım. Hoşlandığım çocuk yanıma gelip ondan hoşlanıp hoşlanmadığımı sorduğunda hayır diyerek stresli bi şekilde kaçmıştım. Çok büyük bir olay olmasa bile söylediğimi hatırladığım ilk yalan bu ve hislerimin ne anlama geldiğini ilk o an fark etmiştim, bence bu çocukluktan bir tık uzaklaştığımın bir göstergesiydi.

.

.

Birinci sınıf başlamadan önce okulu gezip sınıf arkadaşlarımızla tanıştığımız gün My Little Pony oyuncağımla okula gitmiştim. Ben oyuncağı yukarı fırlatıp yakalıyordum. Bir hoca bana gelip şöyle dedi: “Çok güzel oyuncakların var ama bunu normal okul günlerinde okula getiremezsin.” Ve o an anladım ki hayat sadece eğlenceden ibaret değilmiş.

.

.

İlk kez birine cinsel çekim hissettiğim an artık değişen bir şeyler olduğunun farkına vardım. Yepyeni bir dünyaydı.

.

.

12 yaşındaydım. Nike’tan aldığım ve hep giydiğim bir tişört vardı ve hep giyerdim. En az üç yıldır giyiyordum ve o kadar sık giyiyordum ki eskimiş ve solmuştu. Annem her ne kadar “giyme” diye ısrar etse de giymeye devam ettim. Ben ve tişört ayrılmaz bir bütün olmuştuk, adeta vücuduma yapışmıştı. Neden bilmiyorum ama en sevdiğim tişörttü, hatta dolabımdaki tek sevdiğim tişörttü. Bir gün giymeyi kesmem gerektiğini bilsem de bir gün kafam tişörtün içinden geçmeyince çok şaşırmıştım. Kabullenemeyip kafamı delikten zorlamaya devam ettim. Tişörtü daha da sert bir şekilde çektim ve yırtıldı. Tabii ki oturup ağlamayacaktım yırtık tişörtümden dolayı ama şimdi geriye bakıp düşündüğümde hayatımda önemli bir andı. Hala bir çocuktum, ergenliğin ucunda, ve bu tişörtün yırtılması hızla büyümekte olduğum ve sevdiğimiz şeylere sonsuza kadar sahip olamayacağımız gerçeklerini yüzüme vurmuştu.

.

.

Annemden kahve istediğimde bana ilk kez güzel bir Türk kahvesi yaptığı gün, çocukluğumun bittiğini anladım. Bana bıyıkların çıkar derdi 🙁

.

.

İşlerin ciddiye bindiğini anladığım anlar: THY sitesinde yetişkin yolcu olarak işaretlenmem gerektiğinde, Onedio testlerinde yaş aralığım 18-24’e değiştiğinde, restoranda önüme servis açıldığında boyayacak çizim ve boya kalemleriyle karşılaşmadığımda…

.

Ben hala büyümedim.

.

.

Modeller: Can Geniş, Emre Tertemiz, Sinem Sevinç

Fotoğraflar: Emine Taha, İman Taha

No Comments Yet

Leave a Reply

Your email address will not be published.