Japonların uluslararası kesimde 1960’larda “Astro Boy” ile başlattığı ve tüm dünyada şu anda oldukça popüler olan anime dalgası, kendine has bir tarza ve dünyaya sahip. Bu dünya tam olarak bizim basit, yeşil-mavi gezegenimizi nasıl kasıp kavurdu? Dünyanın ta öbür ucundaki Japonlar çılgın animelerini nasıl, neyden esinlenerek ortaya çıkardılar?

İlk olarak neyin anime sayılıp neyin sayılmadığını bilmemiz lazım. Animeler çok kısaca Japon yapımı animasyonlardır, zaten kelimenin kökü de oradan gelmektedir. “Avatar”ın da anime sayılmaması tam da bu yüzdendir, Japon yapımı olması gerekiyor. Biraz Japonların milli animasyonları diyebiliriz yani. 

Şimdi sıra ilklerde. Japonya’daki ilk anime, muhtemelen 1916 yılının sonlarında Shimokawa Oten tarafından yayınlandı. Tebeşirle yapılan bu anime 5 dakikadan daha kısa süreliydi. Makaraların bittikten sonra çoğunun sökülmesinden dolayı da elimizde sadece 5 saniyelik bir kısım bulunmaktadır. 1921’de ressam Seitaro Kitayama, ilk anime stüdyosu olan Kitayama Eiga Seisakujo’yu kurdu, ancak ondan sonraki anime şirketleri de dâhil büyük çoğunluk gelir- giderleri dengeleyemediğinden kısa sürede battı. İlk uzun soluklu anime olarak sayılabilecek film ise bundan neredeyse 37 yıl sonra, 1958 yılında çekilen “The White Snake Enchantress’’ sayılmaktadır. 

1916 yılından ilk anime

Anime tarihinin ilk kısmından bu kadarı yeterlidir, sırada Altın Çağ var. Başlangıcında ise Osamu Tezuka. Tezuka, 1963 yılında uluslararası çapta tanınan ilk anime, şu anda da hepimizin iyi bildiği “Astro Boy”u yarattı. Çizdiği animelerde- evet, ilk animasyonlar tek tek elle çiziliyordu- daha çok Amerika’nın Disney’inden etkilenmişti, özelikle de büyük gözler buradan gelmektedir. Ancak bu demek değildir ki Japonlar Disney’den eser çaldı, tarzlarına entegre ederek kendi dünyalarını yarattılar diyelim. Bir tür adaptasyonla yepyeni bir akım ortaya çıkardılar aslında, eğer büyük resme bakarsak. Önceki yazımda da örneklendirdiğim üzere, sakura çiçekleri gibi kendi kültürlerine ait parçaları çok güzel kullanıyorlar. Buna yemek animasyonları da dahil.

“Osamu Tezuka”

Tezuka dışında başka efsane animecileri göstermek gerekirse Hayao Miyazaki ve Isao Takahata verilebilir. İkilinin 1974’te yarattığı “Heidi” ile büyümeyen yoktur. Daha sonra 1985’te kurulan “Studio Ghibli” ise filmleriyle sinema dünyasına damgasını vurdu ve pek çok ödülün de sahibi oldu. En çok bilinen anime filmleri olarak “Ruhların Kaçışı” (2001), “Prenses Mononoke” (1997) ve “Komşum Totoro” (1988) verilebilir. 

Hayao Miyazaki

1980-90’lardan sonra pek çok anime tarihe damgasını vurmayı başardı. İşte bu durum, Altın Çağ’da bu kadar yaratıcının çabalarıyla anime sektörünün gelişmesi sonucunda çıkmıştır. Artık bu senelerde bilim-kurgu, savaş, aksiyon ve fantastik animeler de boy göstermeye başlamıştır. Benim bu döneme ait favorilerimden biri 1988 yapımı “Akira”dır. Oldukça ilginç bir bilimkurgu olmasının iki nedeni vardır: elbette ki kurgusu bir numara, ancak şöyle bir gerçek de var: 2013 yılında Tokyo’nun 2020 Yaz Olimpiyatlarına ev sahipliği yapacağı ilan edildi. Anime 2019 yılında- yani günümüzde- geçiyor, 1988 yapımı, ve o zaman göre “gelecek sene yapılacak olan” olimpiyatlar için inşası devam eden bir olimpiyat stadı görülüyor. 

“Akira”

1990’lardan sonra gelişen şey sadece kurgular değildi, teknik alanda da oldukça büyük gelişmeler yapıldı ve bunlar da ekrana net şekilde yansıdı. Zaten o senelerden sonra da teknoloji aldı başını gitti, günümüzdeki efektler, çizimler ve arka planlar bambaşka bir boyuta gelmiş durumda. Bunun en iyi gösterimlerden bir tanesi 2016 yapımı “Kimi no Na Wa” animesidir bence. 

“Kimi no Na Wa”

Tebeşirle yapılan kısa animasyondan “Kimi no Na Wa”ya kadar anime çok ciddi boyutlarda gelişti. Şu anda da Miyazaki gibi büyük yapımcıların meyvelerini yiyoruz aslında. Bakalım gelecekte Japonlar bize neler sunacak, merakla bekliyorum. 

Nur Güzeldere tarafından düzenlenmiştir.

No Comments Yet

Leave a Reply

Your email address will not be published.