2020’nin böyle talihsiz bir yıl olacağını tahmin etmiyorduk. Avustralya’daki yangınlar devam etti, Covid-19 salgını bir pandemi haline geldi, insanlar “gelişmiş” ülkelerde ayrımcılığa maruz kalmaya devam etti… Bütün bunlar olurken aynı sorunun farklı versiyonlarını sorar olduk: “2020 bir distopya mı?”

Bu soruya cevap vermenin bir yolu distopya filmlerine danışmak olabilir. Distopyalar genellikle gelecekteki yozlaşmış toplumları konu alıp bizi bugünün problemlerinden haberdar ederek tedirgin ederler.

2020’de zamanımızın büyük bir kısmını iç mekanlarda geçirdik. Ülkeler karantinaya alındı, sosyal mesafe hayatımızın çok önemli bir noktası haline geldi. Hatırı sayılır bir süre boyunca sokaklar, dükkanlar, şehirlerdeki popüler mekanlar her zamankinden daha boştu. Bu durum bana 2007 yapımı “I am Legend” filmini hatırlattı.

I am Legend” insanların kanserle savaşmak için geliştirilmiş bir virüs tarafından yok edilmiş olduğu “kıyamet sonrası” bir New York’da geçiyor. Film boyunca terk edilmiş şehirler, etrafta kol gezen vahşi hayvanlar, gelişmiş bitki örtüsünü görüyoruz. Tanıdık geldi mi? Birazcık. Sosyal mesafe önlemleri kıyamet sonrası bir ortam yaratacak kadar uç bir noktaya gelmedi ama son aylar yine de birçoğumuz için normalin dışındaydı.

Haydi ikinci konuta geçelim: İklim değişikliği. Şaşırmadınız değil mi? Muhtemelen; çünkü iklim değişikliği 2020’ye özel bir durum değil ama bu yıl da farklı etkilerini görmeye devam ettik. “Daha sıcak yazlar, daha soğuk kışlar” fikrine alıştık ancak bazı yerler için durum böyle değildi. Norveç’de son otuz yıldaki en soğuk yaz ve Kanada’da son on yıldaki en soğuk Kanada Günü yaşandı…

Bunların hepsini Bong Joon Ho’nun 2013 yapımı “Snowpiercer” filminde bulabilirsiniz. Bu distopik kurguda bir iklim değişikliği deneyi ters gidiyor ve yeni bir buzul çağı başlıyor. Gerçek hayatta da bilim insanları iklim değişikliğinin yeni bir buzul çağına sebep olma ihtimalini tartışıyor. Dünyamız henüz donmamış olsa da iklim değişikliğinin getirebileceği distopik geleceği görmeye başladık.

Son olarak bir de Black Lives Matter (Siyahi Yaşamları Önemlidir) hareketi var. BLM kötü bir şey değil tabii ki ancak bu harekete duyulan ihtiyacı yaratan şey öyle. 21. yüzyılda birçok yerde hala daha çeşitli ayrımcılık türlerinin etkilerini görüyoruz. Bu ayrımcılıklar ile aynı 2005 yapımı “V for Vendetta“daki gibi savaşıyoruz. Ve evet, bu durum sadece anonymus ile alakalı değil.

Filmin baş kahramanı V, totaliter bir devlete ve masum insanların maruz kaldığı polis şiddetine karşı koyan bir özgürlük savaşçısı. İnsanlar onun maskesini takıp baskıcı figürlere karşı ayaklanarak V’yi destekliyorlar. 2020’de BLM da insanların siyahi insanlar için eşitlik talep edip sistemik ırkçılığa karşı koymalarının bir yolu haline geldi. V’nin maskesi gibi yumruk logosu seslerini duyurmaya çalışan bu insanların sembolü oldu.

(Fun Fact: “V for Vendetta” 2020’de geçiyor.)

2020’nin diptopya filmleriyle ortak özellikleri olabilir ama bu bir distopya filminde yaşadığımız anlamına gelmez. Eğer “Bir distopya filminde mi yaşıyoruz?” sorusuna verilecek cevabın evet olmasını istemiyorsanız yapabileceğiniz en iyi şey dünyada olan biten şeyler hakkında kendinizde bir farkındalık oluşturup elinizdeki imkanlarla yardım etmeye çalışmak olacaktır.

Nil Üzer tarafından çevrildi ve düzenlendi.

No Comments Yet

Leave a Reply

Your email address will not be published.