Birkaç hafta önce okuyucularımıza Instagram üzerinden bize bir hikaye anlatmalarını istedik. Bu hikayede bize, kendi hayatlarındaki “kapalı kapılar”dan bahsetmelerini istedik. Gönderilenlerden birkaçını paylaşmak istedik. Sözü okuyucularımıza bırakıyorum…

“Başka bir ülkeden Türkiye’ye taşınmıştım ve eski okulumdan ayrılmak zorunda kalmıştım, ama bu bana yepyeni kapılar açtı. Karşıma yepyeni fırsatlar çıktı, ve insan olarak çok geliştim. Başka bir türlü olmasını istemezdim. Bana daha uluslararası bir perspectif kazandırdı, farklı kültürlerin içinde yaşamak, etrafımdakileri daha iyi anlamamı sağladı, ve düşünme şeklimi olgunlaştırdı.”

“Benim deneyimdimde, kapanan bir kapı bana bambaşka bir kapı açtı. Bizim okulda yapılan MUN (Model Birleşmiş Milletler) konferansında komite başkan yardımcısı olmak için başvurmuştum, ikinci elemede de elenmiştim. Sonra ikinci tercihim olan avukatlık atölyesine yazılmayı denedim ve tutkulu bir şekilde atölyelere katıldım, hazırlanıp geldim. 

Bir şekilde bir açık çıktı ve uluslararası ceza mahkemesinin olduğu (yani avukatlık yaptığım) komitenin yazmanı (başkan yardımcısı sınıfına giriyor) pozisyonu açıldı ve onu kabül ettim. Diğer başkan  yardımcılarının aksine (güler) rapor yazmam gerekmedi ama aşağı yukarı aynı ayrıcalıklardan yararlaandım diyeyim ve hayatımın en güzel MUN konferansıydı. Çok eğlenmiştim.”

“Ben 9. sınıftayken okulum bize AFS diye bir yurtdışı değişim programının broşürünü verdi ve ben çok gitmek istedim. Ailemden izin aldım, başvurdum, sınavına girdim. Babam bana “Acaba onun yerine İngiltere’de yatılı bir okula mı gitsen” dedi ve ben de “Hayır, bir yıllığına gitmek daha iyi.” dedim. Sonra AFS’nin yazılı sınavını geçtim ve mülakat yaptılar, bundan sonra ise bana dediler ki “Seni sadece üç aylığına uygun görüyoruz, ama yazın geleceksin.” Bunu istemiyordum.

O zaman İngiltere’ye başvurdum, ki daha öncesinde İngiltere benim hiç aklımda bile yoktu. Bir yıllığına değişim programına gideyim derken İngiltere’de okuma şansım oldu ve şuanda İngiltere’de ikinci yılımı tamamladım, üçüncü yılıma gireceğim, ve gerçekten çok mutluyum.

Belki AFS ile gitseydim pişman olacaktım, bilmiyorum ama o kapı kapandı ve sayesinde benim için çok daha iyi bir kapı açıldı.” -Selin

“Merhaba ben İlknur. Şu an okul bahçesinde dolaşıyorum. Yan tarafımda kurulu bir pazar var, öğrencilerimiz derste – ben bir öğretmenim bu arada. Okul bahçesinde dolaşarak yüzüme kapanan kapılardan bahsetmeyi planlıyorum. İlginç olacak herhalde. 

Kapılar… deyince aklıma ilk gelen şey tabii ki çocukluğum ve ailem, yüzüme kapanan en büyük kapılar onlar tarafından kapatıldı. İstanbul’da doğdum fakat Anadolulu bir ailenin kızıyım. İlkokula başladığım zaman tekrar oraya taşınmaya karar verdiler. Küçük bir Anadolu kasabası, oldukça tutucu; din ve gelenek üzerinden hareket eden bir topluluk. Tabii ki ailem oraya geri döner dönmez kendi kodlarına geri döndüler ve bize de hep böyle bir çerçeve çizmeye çalıştılar. 

Ailemin, özellikle de babamın bize çizdiği sınırlar çok katıydı. Kafe, sinema, tiyatro olan bir yer değildi zaten ama arkadaşlarımızla muhabbet ederken ya da bir grup halinde kızlı erkekli dolaşırken bile oldukça tedirgin olurduk. Oradaki anlayışın da etkisi var ailemin bakış açısında, ama düşünün ki bir şey için izin alırken – okul aktivitelerine bile – izin vermek istemezlerdi. 

Ben bunu yıkmak için bir şey yapmak zorundaydım – ki bilinçli yaptığım bir şey değildi, sonradan fark etmiştim. Maalesef ki erkekleştim. Orada genç bir kız olmak o kadar zordu ki ben genç kızlığımı olabildiğince kendimden uzaklaştırdım. Babamla ortak noktalarım oluştu. Futbola merak sardım, bu beni erkeklerin yanında çok daha rahatça bulunabilir hale getirdi çünkü beni ‘erkek fatma’ konumuna getirdi. Ailem benim erkeklerle arkadaş olmamı sıkıntılı bulmamaya başladı. Bu tarz beni liseye kadar getirdi.

Lisedeyken (90ların sonu, 2000lerin başı) evimize internet girdi. Bizim gibi kapalı ve tek tip toplumlarda yaşayan insanlar için bu çok göz açıcı bir şeydi. Diğer kapıların yıkılmasında da televizyonun, internetin, filmlerin çok büyük etkisi var – çünkü tek tip insan biliyordum: o insan inanırdı, dindardı, orucunu tutar, namazını kılardı; o insan kurallara uyar, belirli kurallara göre giyinirdi, alkol kullanmazdı, dışarı çıkmazdı, o insanın kızlı-erkekli arkadaş grupları olmazdı. Böyle tek tip bir yerde internetten, kitaplardan ve filmlerden gördüğüm ‘dışarıdaki hayat’ benim evrenimi sarstı. Evet, buranın dışında bir hayat var ve buranın dışında seçeneklerim var; ve buna ulaşmak için öncelikli yapabileceğim şey üniversiteyi kazanmak, hayatımdaki en motive edici şey de buydu, bulunduğum yerden dışarı çıkabilmek, baskıdan kurtulmak. 

Cine5’te (şuanda hala var mı bilmiyorum) izlediğim şeyler yabancı kültüre de aşinalığımı arttırdı, yabancı müzik dinlemeye başladım. O zaman tabii internette çeviriler yoktu, dinlediğim sözleri sözlükle saatlerce çevirmeye çalışırdım. Bu da beni İngilizce konusunda geliştirdi çünkü çok çaba sarf etmek zorunda kaldım. Yabancı şiirler, kitaplar okumak, kendime yeni bir yol açmaya çalışmak bana bambaşka bir evren kazandırdı. 

Ama sayısalcıydım ve ailem mühendislik okumamı istiyordu, ya da öğretmen olmamı istediler. Ben o zaman öğretmen olmak istemiyordum çünkü tüm öğretmenlerim bana mutsuz geliyordu. Arkadaşlarımla dahi bir plan bulduk nedense, ve üniversite sınavına o yıl çalışmadık. Lise sonun tadını çıkartalım, lise notlarımızı yükseltelim, seneye de oturur, çalışır, istediğimiz bölümü kazanırız dedik. Hiç çalışmadan girdiğim sınavdan ortalama bir puan aldım ve o an babamın tepkisi çok korkunçtu, öyle bir tepkiyle karşılaşacağımı hiç düşünmüyordum. Başarısızlık da tabii ki olağan bir şey, bunu anlayacaklarını düşününüyordum.

Sonra fark ettim ki çalışmadan aldığım puanla iktisat gibi bir bölüm okuyabiliyorum – ki o zamanlar bu kadar çok mezun vermediği için kısmen değerliydi. Ailemin beni soktuğu kalıbın içinde bir sene daha kalmaktan o kadar çok korktum ki hakkında hiçbir şey bilmediğim bu bölümü yazdım ve üniversiteye kaçarak kendime yeni bir yol çizmeye çalıştım.

Bu hikaye herhalde çok yabancı değildir. Türkiye’de bu tarz kapalı toplumlarda gençlerin yarısının hikayesi bu noktaya kadar herhalde benimkiyle benzerdir. Fakat üniversiteye geldiğimde içimde sıkıştırdığım şeylerin etkisiyle patladım. Bulduğum özgürlük alanını dibine kadar kullanarak (her şeyi, HER ŞEYİ denemek suretiyle) özgürlük alanımı eninde sonunda akıllanacak şekilde tabii ki kullandım. Şanslıyım ki doğru arkadaşlarım vardı, toparlanıp kendimi buldum. Sadece kimsenin bana karışmıyor olması, bir şeyi yapmam gerektiği anlamına gelmiyordu. Bunu anlamam zaman aldı. 

İktisatı üstlenemediğimi fark etmiştim ve bunu aileme söyleyemiyordum. Bırakmak istiyordum, çok depresiftim, ne yapacağımı, iktisatın yerine ne koyacağımı bilmiyordum. Ne istediğini bilmediğin sürece, ne istemediğini bilmenin bir anlamı yok. Araştırıyordum: acaba bundan hoşlanır mıyım? O dönemki erkek arkadaşım (şimdiki eşim) bana sürekli destek oluyor, seçenekler sunmaya çalışıyordu ama aileme söyleyemiyordum ve bu yüzden birkaç senemi boşuna harcadım, sonunda aileme söylememeye karar verdim. Onlara mezun olduğumu söyleyerek, yani yalan söyleyerek tekrar üniversite sınavına girdim. O sırada bana kapı açan ve başka hayatlar olduğun gösteren İngilizce benim işime yarayacaktı. Benim eşim İngilizce öğretmeniydi, ona baktığımda ‘öğretmenler mutsuzdur’ tezim yıkılıyordu, böylece İngilizce öğretmeni olmaya karar verdim. Ailemin tüm karşı çıkışlarına rağmen eşimi ve yaşadığımız şehri geride bırakarak Eskişehir’e gittim. Bu ikinci şansım, ikinci üniversite deneyimimdi ve çok iyi değerlendirdim. Her şey için çalışan, emek sarf eden bir kadın vardı artık. Aile ilişkilerini, eşiyle ilişkisini dengeye koymaya çalışan. 

Sonra mezun oldum, atandım, 30lu yaşlarıma gelmiştim. Biraz değişik oluyor, 30lu yaşlarına gelip bir işte azimli olmak, ama dediğim gibi bir şeylere ulaşmak kolay değil. Eşimden uzakta bir sene daha görev yaptım, döndüğümde araya çok boşluk girmişti, ilişkimizi düzeltmemiz gerekiyordu, o yoldan geçtik derken Bursa’dan ayrılma kararı aldık. Geleceğimi hep – özellikle internette, filmlerde gördüklerimden dolayı – modern şehir kadını olarak hayal ediyordum. Sonra fark ettim ki aslında ailem gibi olmaktan çok korktuğum için çekiniyordum ve aslında bu kaosun içinde olmak istemiyordum. Sonra eşimi kandırdım (güler) ve Marmaris’e yerleştik. yerleşeli yaklaşık bir sene oldu. Hala doğaya, toprağa, kendime doğru bir yolculuk içerisindeyim. Tabii ki ailem ve çervemdekiler yine karşı çıktı – yine baştan, sıfırdan başlamak… ama ben, mutluyum! Bu da benim için başka bir mücadeleydi bunu da sona erdirdim. 

35 yaşında, yaklaşık 13 yıldır aynı adamla beraber olan ve 10 yıldır evli olan bir kadın olarak çocuk mevzusuyla sık sık karşılaşıyorum, her ortamda. Ailemden, arkadaşlarımdan; çok medeni, ileri görüşlü feminist olarak adlandırdığım arkadaşlarım bile keza öyle. ‘Çocuk’ ve ‘kadınlık’la ilgili bir imaj var ve ikisi bir arada görünüyor ama ben, ne zaman istiyorsam ve gerçekten istiyorsam olacağına karar verdim. Bence – tabii ki bu kendi perspektifim – bir kadının yıkması gereken kapılar her zaman için, dünyanın neresinde olursa olsun, bir erkeğe göre daha fazladır. Bu toplumda çocuk istemeyen kadın olmak, başına buyruk gibi görünen bir durum, ve bunu toplumun gerçekten çok büyük bir kesimi anlamadığı için bence yıktığım, yıkmaya çalıştığım en büyük duvar o oldu, onun savaşını veriryorum. İlla sonsuza kadar çocuk yapmayacağım diye bir durum da yok tabii ki ama direnişimin benliğim için çok büyük bir anlamı var. Bilmiyorum söylediğim şeyler konunuzla alakalı mıydı, saçmaladım mı, çünkü oldukça karışık ve karmaşık bir hayatım var… (yanına gelen meslektaşı çayın tazelendiğini haber veriyor) Ooo Süper, birazdan geleceğim! (arkadaşı gider) Öyle!”

Kendimden de kısa bir hikaye paylaşmak istiyorum:

Ortaokulun son üç yılı boyunca, okuldaki Destination Imagination (DI) yarışmalarına takım olarak ktıldık. Lisede ayrı okuşaara gitmemize rağmen, takım olarak bu işe devam etmeye karar verdik ve daha önce Türkiye’de açılmamış bir kapıyı açtık: Bu yarışmaya okuldan bağımsız olarak katılan ilk Türk takım olduk. Bunu üç sene boyunca yaptık: bir Türkiye dördüncülüğü ve iki üçüncülükle bitirdik. İki kere Dünya finallerine gitmeye hak kazandık, bir defa gittik ve Dünya’da ilk 20’ye girdik. Daha önce açılmamış olan o kapıyı açacak cesareti kendimizde bulmasaydık son üç senemiz aynı olmazdı. Aslında bu konuda anlatacak çok şey var, neyse belki başka bir yazıda…

Bizimle bir şey paylaşmış olan herkese çok teşekkür ediyoruz.

No Comments Yet

Leave a Reply

Your email address will not be published.