Günlerden 28 Ekim Pazar. Saat 12:26. New York’un Greenwich Village semtinde bulunan Olio e Piu adlı, yarısı dolu bir İtalyan restoranında daha önce sadece Instagram’da gördüğüm bir yüz arıyorum…

İşte orada.

Kısa, siyah saçlar.

Kahkül.

Halka küpeler.

Çizgili bir kazak.

İddiallı bir ruj.

Evet, kesinlikle o olmalı.

Zeynep Güngör.

 

Sizi kendi kendinize söylenirken duyabiliyorum; Zeynep Güngör kim? Bilmemeniz gayet doğal. Ama eminim ki bu yazının sonunda, tasarımları kadar renkli kişiliğini de tanımış olarak ayrılacaksınız.

Ana yemek olarak risotto söyleyip, bana kendi önerisi olan bu restoranın pizzalarını denememi söylüyor. Bir tane seçiyorum. Zeynep, “obsesif bir şekilde” yemek düşkünü: farklı farklı etlerle, sebzelerle çalışmayı, adeta “deney yapmayı” seviyor. “Elim kaşık tutabildiğinden beri mutfaktayım.” diye anlatıyor.

 

Zeynep, İstanbul’da Hisar Okulları’nda liseyi bursla bitirdikten sonra grafik tasarım okumak için New York’un yolunu tuttu, önde gelen tasarım okullarından olan Pratt’e gitti. Küçük yaştan beri, gazeteler ve dergilerdeki harfleri keser, biriktirirdi. Sanat okumak istediğini her zaman biliyordu. Grafik tasarım okumaya 15 yaşında  karar verdi.

 

PRATT’TE HAYAT

Pratt beklediği gibi değildi. “Sanat, sanat, sanat bekliyordum. Olimpik olacak ve ben asla yetişemeyeceğim sanıyordum.” Ödevleri Zeynep on sayfa hazırlarken, yanındakilerin yarım sayfalık kağıtlar teslim ettiklerini fark ediyordu.

 

“[Pratt’te] en çok öğrendiğim şey mod değiştirmek” diyor Zeynep. Aynı şeyleri, farklı insanlara nasıl anlatacağını öğrenmiş. Şu an yaptığı reklam işinde en önemli şeyin de bu olduğunu düşününüyor, “tamamen renkler ve renklere göre ayarlanmak.”

 

Zeynep, çalışma şeklinin Amerika’da biraz değiştiğini söylüyor:

       “Türkiye’de bizim okuma şeklimiz çok farklı. […] Bizde ne kadar acı çekiyorsan o kadar çalışıyormuş gibi gözüküyorsun. Halbuki burada bir tane fikir buldun, tamamen konsept bazlı, ve konuşarak halledebiliyorsun. Gerçekten işi yapmak bir sonraki adım.” Her şeye rağmen, Zeynep, Pratt’in diğer tasarım okullarına göre daha teknik olduğunu söylüyor.

 

Tasarımları genelde yoğun çalışma gerektiren işler. “A4 kağıdın yarısına siyah kare çizen çocuğa ‘ooo inanılmaz, design genius (tasarım dehası)’ denilen bir okulda” kendini çok yanlız hissediyordu:

“O da çok hoş, anti-design dalgasını seviyorum ama benim olayım değil. Biz büyük bir aileyiz. Ailenin bir kısmı Yunanlı, bir kısmı İranlı, Suriyeli, Faslı. Dans, şarkı ve renklerle büyüdüm. […] Kendi kültürümü görmezden gelip ‘bunun gibi yapmak istiyorum’ demek istemiyorum. Avrupalı adamların yapıp taptıkları fütüristik, minimalist işler, bizim kültürümüzü yansıtan işler değil. Biz daha farklı bir yerden, dokudan geliyoruz. Onun için reddettim bunu yapmayı.”

Zeynep’in ‘pera’ içki markası için tasarladığı şişe

 

Okuldaki üçüncü senesine gelince doğru şeyi yapıp yapmadığını merak etmeye başladı. Tarzı diğerlerininkinden çok farklıydı, ona ‘bırak bunları, tarzının modası geçmiş’ diyenler çoktu, ve bir noktada Zeynep de kendinden şüphe etmeye başlamıştı. Tam da o sene okulda ‘Junior Survey’ adlı, bölüm başkanları ve endüstri profesyonellenin katıldığı, her üçüncü sınıf öğrencisinin portfolyosunu sunduğu bir değerlendirme yapıldı.

 

Zeynep bu sunumu çok önemsemedi. O dönem okulun posterlerini hazırlıyordu, orada “partronum diyebileceğim kız ‘tahmin et ne oldu’ diye mesaj attı dersin ortasında.” Sunumundan ötürü, Zeynep en yüksek puanı alarak dönem birincisi olmuştu. İlk başta şaka sandığı halde, ofistekilerin onu tebrik etmesiyle, bu başarının gerçek olduğunu anladı.

      “Ben fikrimi değiştirmiş olsaydım ve insanların istediği şekilde tasarlamaya ve iş yapmaya başlamış olsaydım buraya gelemezdim. İnat resmen beni buraya getirdi. O zaman inatla devam ediyorum.” diye anlatıyor Zeynep.

 

“Teması inat hayatımın.”

 

Sonucu öğrendikten hemen sonra, cesareti yerine geldi.  Bu sefer de, azınlıklara yönelik bir burs yarışmasına -başvuru bitimine 30 dakika kala başvurup-  ünlü reklam ajansı McCann’de staj ve ve okulundan ek bir burs kazandı. İşin ilginç yanı bu yarışmanın afişini de kendi hazırlamış olmasına rağmen, Amerika’da öne çıkan Siyahi veya Hispanik azınlıklara mensup olmadığından kazanma şansı olabileceği hiç aklına gelmemişti…

 

Reklamcılık konusunda şunları söyledi: “Bilgisayar oyunu kafasında… acayip hızlı ve yüksek enerji gerektiren bir iş. Sakin işler yapmak isteyenlere kesinlikle tavsiye etmiyorum.” Şu anda McCann’in New York kolunda Microsoft için tasarım yapan Zeynep’in tasarımları çok geniş bir kitleye hitap ediyor. “Ad-block yüzünden görmediğiniz reklamları ben tasarlıyorum.” diye anlatıyor işini. Bu kadar büyük bir şirkette çalıştığı için çok fazla kısıtlama da olabiliyor:

      “Yaratıcılık, konsept, ve metin yazısı [bize] geliyor. Tasarım bunları vücuda getirebilmek için bir araç. Biz [şirketin] istekleri ve müşterilerin istekleri arasındaki birleşim noktayız. Deli işi yani! Günde 30 kere falan düzeltme geliyor.” Çoğu insana uygun olmadığını düşündüğü halde böylesine hareketli bir işte çalıştığı için çok mutlu.

 

‘HAYIRLISI BE GÜLÜM’

Özellikle 2016’da Trump ABD başkanı olduktan sonra Zeynep, göçmenlik konusuna kafa yormaya başladı. Herkesin göçmen hikayelerini “Aladdin masalı gibi anlatmaları” çok sinirini bozuyordu. Bu hikayelerin, “en doğal, en gerçek” şekilde anlatılmasını istiyordu. Bu sebeple, üniversitenin son senesinde tez projesini göçmenler hakkında yapmak istedi.

 

İlk başta proje için aklında pek bir formül yoktu. Göçmenliğin tarif etmesi zor bir durum olduğunu biliyordu. Projenin başlangıcında konuştuğu göçmenlerden başlarından geçen olayları anlatan şarkılar söylemelerini istedi. Sonrasında hepsinden 20-25 kelime istedi, bu kelimeler hakkında konuştular. Kelimelerin herhangi bir dilde olabileceğini söyledi. Zeynep projesini gerçekleştirirken, her duyuyu kullanmaya çalıştı. Tat, koku… ne olursa.

 

Zeynep ropörtaj yaptığı göçmenleri nereden mi buldu? İlk olarak, çevresindekilerden başladı. Bir arkadaşından. Ama çoğunu reddit, tumblr, craigslist gibi sitelerde projeyi duyurarak buldu. Projede, kendine ve annesine de yer verdi, amacı “projeyi daha insanlaştırmak, en azından bir tane tanıdık isim koymaktı.”

 

Her görüştüğü göçmenle ortak çalışarak, konuştukları hakkında birer kitapçık hazırladılar: “Renklere, fontlara, kitabın dikişine kadar her şeye birlikte karar verdik. Tüm sayfalar evdeki 75 dolarlık yazıcımda basıldı.”  Zeynep, projesine katılan her göçmene kitapçıktan bir kopya verdi (annesi dışında, nedense istememişti) ve bir kopyayı da kendinde tuttu.

 

“İnanılmaz ev yapımı bir projeydi, reçel yapar gibi diye anlatıyorum.”

Zeynep Güngör’ün kendi kitapçığından bir bölüm

 

“Çok enteresandı. Terapi gibiydi herkes için.” diyor Zeynep. Kendisi için de bir nevi öyle olduğunu söylüyor. Kendiyle ilgili kitapçığı hazırlarken de aynı yöntemi kullandığını belirtiyor.

 

Tez projesi olan ‘Hayırlısı be Gülüm’ü profesörüne ilk sunduğunda profesörü ağlamış. Özellikle de Zeynep ve annesinin kitapçıklarını okuduğunda çok duygulanmıştı. Peki sınıf arkadaşları nasıl tepki verdi? Sınıfın yarısı, projenin Zeynep’in özgün tasarımı olmadığını, akademik bir proje sayılamayacağını iddia ederken, diğer yarısı ise projeyi çok sevmişti.

 

“Biz [grafik tasarımcılar olarak] sadece iletişim aracıyız. Ben bu projede onu buldum. O modu buldum. Sonunda gerçekten insanlar için iyi olan bir şey yapıyorum. Kenara çekilmiş, tercüme eden kişi olarak duruyorum.”

 

Zeynep’i bu projede en çok etkileyen anlardan biri, Irak’ta yaşayan birinin dünyanın en iyi üniversitelerinden birine ful bursla kabul edilmesine rağmen vize alamadığı için gidemediğini söylemesiydi. İşte o kitapçıktan bir kesit.

 

Sitesinde bulabileceğiniz ‘Hayırlısı be Gülüm’ projesi halen bitmedi. Zeynep bunun hayat projesi olmasını, yaşamı boyunca devam etmesini istiyor. İnsanlar onun konuşmaya açık olduğunu bilsin yeter ki. Gelip konuşsunlar, bu proje büyüsün, on kişiden elli kişiye çıksın istiyor. İleride kendi hakkındaki kısmın “çerez niyetine” orada olacağını ümit ediyor.

 

GELECEK

“İnsanların yanlız olmadığını onlara hissettirmek istiyorum. Ama maalesef herkes çok yanlız. Özellikle de göçmenler. “

 

Zeynep, işinde kademe atlayarak ve yavaş yavaş yükselerek görüş ve ideallerini daha yüksek sesle duyurabilmek istiyor. “Ki hiçbir zaman mıy mıy mıy kısık sesle söylediğim şeyler değil. Ama düşünceyi aksiyona çevirme olanağım kademe kademe artacak.”

 

Zeynep şimdilik New York’ta yaşamaya devam etmek niyetinde. Bu şehirde yaşayanların “halleri ve yaratıcı insana bakış”ları ona daha yakın geliyor. Burada onun gibi düşünen, aynı şekilde evini özleyen, kendilerini yabancı hisseden insanların da yanlız olmadığını bilmelerini istiyor.

 

Çayımızı bitirdikten sonra kalkmamız gerekiyor – Zeynep’in Brooklyn’de üç arkadaşıyla oturduğu eve geri dönmesi lazım. Zeynep, kendisini kararlı, yaratıcı ve zeki olarak tanımlayan ev arkadaşları konusunda bayağı şanslı olduğunu düşünüyor, özellikle de bazı insanların kabus gibi geçen ev paylaşma hikayelerini bildiğinden.

 

Zeynep, en çok ben de dürüstlük ve açık sözlülüğü ile gözüme çarptı. New York’ta özgür hissettiğini birçok kez belirtmişti – belki onunla alakası vardı.

 

Ve İNAT. Hisar ve Pratt’te burslu okuyup, kendi fikirlerinden vazgeçmeyip, yarışmalar kazanıp, Pratt’i onur öğrencisi olarak tamamlayıp, işinin yanında başka projeler de yürütüp, göçmenler hakkında duygusal bir projeyi craigslist gibi yerlerde tanıştığı, hiç tanımadığı insanlarla gerçekleştirmek, hepsi inat.

 

Ama bir şeyleri doğru yapıyor olmalı. Çünkü, kendisinin de bir göçmen ve yabancı olarak bulunduğu New York gibi devasa bir şehirde, onlarca, yüzlerce belki de binlerce insana yaratıcılığı, üretkenliği ve tasarım gücüyle ulaşmış bulunuyor – hatta orayı da aşıp bizlere, şimdi de sizlere ulaşıyor.

9 Magazine olarak Zeynep’in gelecekte neler yapacağını heyecanla bekliyoruz.

 

Teşekkürler Zeynep, umarım yakında tekrar görüşürüz.

No Comments Yet

Leave a Reply

Your email address will not be published.