22. İstanbul Tiyatro Festivali 17 Kasım- 4 Aralık tarihleri arasında gerçekleşti. Ben de tabii birkaç oyuna gitmeden edemedim. Hazır oyunlar güzelce bir araya toplanmışken değerlendirmek lazım değil mi? Gittiğim oyunların birçoğunu çok beğendim. Bunların arasında, bu yıl festivalde oldukça önem verilen dans performansları da bulunuyor. Beğendiğim oyunlardan kısaca bahsetmek istiyorum.

Nederlands Dans Theater I

Nederlands Dans Theater I’e gitmeyi dört gözle bekliyordum diyebilirim. Daha önceden hep çok başarılı olduklarını duymuştum, bu sebeple beklentilerim oldukça yüksekti. Rahatlıkla söyleyebilirim ki beklentilerim fazlasıyla karşılandı.

İzlediğim tüm dans performansları daha önce izlediklerimden çok farklıydı. Müzikle dans uyum içinde ilerliyordu ve karakterler arasındaki ilişkiler de müzik ve dans yardımıyla çok başarılı bir şekilde ortaya konmuştu. Daha önce duymadığım farklı şarkıların yanı sıra Chopin klasiklerinden bilinen parçalar da vardı. Müzik çeşitliliği çok iyi harmanlanmıştı.

Dört bölümden oluşan oyunda benim en çok beğendiğim “The Statement” adlı üçüncü bölümdü. Daha önce izlediğim herhangi bir performanstan çok farklıydı. Dans hareketleri adeta karakterlerin konuşmasını sağlıyordu. Oyuncuların masa ile ilişkileri de bu dans hareketlerini zenginleştirmişti. O an canlı olmasa da hoparlörlerden duyulan konuşma belki de herhangi başka bir tanesinden çok daha iyi ve yaratıcı bir şekilde yansıtılmıştı.

Artık Bir Davan Var

BGST’nin bu yıl festivalde prömiyer yapmış olan oyunu Artık Bir Davan Var benim en beğendiklerimdendi. Metni Cüneyt Yalaz ve İlker Yasin Keskin tarafından hazırlanan oyun günümüzün oldukça iyi bir yansımasıydı.

Günümüz adalet sistemini alaya alan oyun, aynı bir fıkra gibi güldürürken düşündürüyordu. Melek’in, kardeşinin eylemsizliğine karşı olan tutumunun seyirciye yansıtılışı zekice kurgulanmıştı. Bu eylemsizlik, oyun boyunca tanık olduğumuz adaletin işlememesi gibi aynı günlük hayatta tanık olabileceğimiz türden bir durumdu.

Beş kişilik oyuncu kadrosunun oyun boyunca rolden role bürünmesi oyunun canlılığını korumasını sağlayan önemli etkenlerdendi bence. Pratik dekor düzeni ve kostümleri sade ancak etkiliydi. Konusu, sahneye konuluşu ve başarılı oyunculukla çok güzel bir oyundu.

Alarme

Alarme, Theodoros Terzopoulos’un festivalde farklı zamanlarda gösterilen üçlemesinin ilkiydi. Kraliçe I. Elizabeth ve Mary Stuart’ın çatışmasını konu alıyordu. Bu çok enteresan çatışmayı konu alması gösteriyi izlemeyi istememin en baştaki sebebiydi.

Işıklar kapandığında bir hayli özgün bir deneysel gösteriyle karşı karşıya kaldım. Oyunda Yunanca, İngilizce ve Fransızca kullanıldı. Anlatıcının uzun süre hiç kıpırdamadan durmasından, Elizabeth(Sophia Hill) ve Mary Stuart’ın (Aglaia Pappa) gösteri boyunca durmadan devam eden atışmasına kadar çok etkileyici bir gösteri olduğunu söyleyebilirim.

Özellikle sonlara doğru, seyirciler olarak tanık olduğumuz ışık kullanımı en nefes kesici noktalardandı. Kırmızı ışık, iki kadının bedenlerini ayırt etmek neredeyse imkansız hale getirerek çok güzel bir etki yarattı. Alarme’ın vakit kaybı olmadığı kesindi.

Hamlet Collage

Hamlet’i Evgeny Mironov’un oynadığı Robert Lepage’ın Hamlet Collage’ı festivalin en çok ilgi gören oyunlarındandı. Benim de beğendiğim oyunlardan biri oldu. Oyun sona erdiğinde Evgeny Mironov’a onur ödülü verildi.

Oyunda Mironov Hamlet’in bilincinde, Hamlet’in on bir karakterine bürünüyordu. Mironov’un rolden role girmesi seyircilerin soluksuz izlediği bir durumdu. Oyun süresince farklı şekillerde karşımıza çıkan Mironov’un oyuncluğu olduça etkileyici ve başarılıydı.

Benim en çok ilgimi çeken nokta ise hiç şüphesiz dekordu. Sürekli hareket halinde olan küp, oyun sırasında çeşitli mekanlar olarak karşımıza çıktı. Tabii ki bu sebepten dolayı Evgeny Mironov’un yanı sıra bu oyun için en başta Robert Lepage olmak üzere daha birçok kişiye teşekkür etmemiz gerekir.

Dans ve deneysel gösterilere yer verilmiş olması festivale çeşitlilik katmıştı.Genel olarak izlediğim oyunların çoğunu beğendiğim bir festival oldu bu yılki.