Son zamanlarda insanlar sanatta pek çok farklı şeye tanık oluyorlar. İster yeni bir enstruman, ister değişik bir film türü veya çeşitli müzik türleri olsun bunların birçoğunu görüyor ve kendilerine uygun olanları benimsiyorlar. Ortadaki problem ise, beğenmedikleri içerikleri acımasızca kötülüyor olmaları. Tabii ki elimizdeki sanatsal içeriği elden geçirmeli ve değerine uygun bir tavır takınmalıyız ancak yine de başka insanların hoşumuza gitmeyen bazı şeylerden zevk aldığını unutmamamız gerekir. Bu yazıda bu konuyla ilgili bazı fikirlerimi yansıtmak istedim. Tabii ki az önce de söylediğim gibi, benim düşüncelerim de herkese hitap etmeyecektir ama hitap edenler için işte fikirlerim:

Benim çok da uzak olmayan bir vakit görüp benimsediğim bir sanatçıdan örnek vermek gerekirse, bu yılbaşı ailecek bir araya geldiğimizde müzik dinlerken biraz geç de olsa LP (Laura Pergolizzi) adlı şarkıcıyı keşfettiğimi söyleyebilirim. Sonrasında başka şarkılarına göz attıktan sonra dinlemekten zevk aldığım insanlardan biri haline geldi LP. Hem sesi hem de şarkıları beni çok etkilemişti. Benim şahsi sanatmetremin iyi bir noktasına konuşlandı ve hala da en sevdiğim şarkıcılardan biri.

Laura Pergolizzi

 

İnsanların sanat bakımından benimsediği başka bir örnek olarak 2016’da America’s Got Talent adlı yarışmaya katılan Grace Vanderwaal gösterilebilir. O zaman on iki yaşında olan Grace ukulelesiyle kendi yazdığı bir şarkıyı söylemişti. Önümüze çıkan tüm diğer sanatsal içerikler gibi Grace de insanların değerlendirmesinden geçti. Bazıları ona çok ilgi göstermezken, bazıları da -birkaç arkadaşım da dahil- eline bir ukulele geçirip şarkı söylemeye başladı. Videolarını sosyal medya hesaplarında paylaşan insanlar başka insanların da dikkatini çekti.

Grace Vanderwaal örneği sosyal medyanın insanların ilgi alanlarıyla ilişkisine bir örnek olabilir. Sosyal medyanın günümüzdeki önemi haliyle insanların yaşamlarını pek çok yönden etkiliyor. Özellikle sosyal medya aracılığıyla insanlar birbirlerinin ilgi alanlarına erişebiliyor ve hatta aynı ilgi alanına sahip insanların bir araya gelebilecekleri hesaplar oluşturuyorlar.

Grace Vanderwaal

 

İnsanlar hoşlarına giden şeyleri etraflarındaki kişilerle paylaşıyor, paylaştıkları kişiler de zaman zaman bu şeylerden kendileri de zevk almaya başlıyorlar bazen ise kendilerine göre olmadıklarını düşünüyorlar. Bu iki sonuç da oldukça doğal, bir insanın sevdiği ve sevmediği şeyler olabilir tabii ki ancak bu konuda önemli olan nokta, yeni deneyimlere açık olmak ve bir şeyden hoşlanmasak bile bu şeye ve onu sevenlere saygı duymak.

Ne yazık ki birçok kişi bu önemli noktayı görmezden geliyor. Etrafımda benim veya bir başkasının sevdiği şeyleri, ilgi alanlarını veya tarzını küçümseyen çok insan görüyorum. Öyle ki bazı insanlar sevdikleri şeyleri sayarken bazı şeyleri adeta sansürlüyor, dalga geçilmemek ve küçümsenmemek için kendilerine saklıyorlar.

Örneğin, bazı tanıdıklarımın insanlar yargılar diye romantik filmleri sevdiklerini pek kimseye söylemediklerini biliyorum. İnsanları hoşlandıkları şeylere göre yargılamak, benim aklımı karıştıran ve anlam veremediğim bir durum. Evet, romantik filmler, ne olmuş yani? Seviyorsa seviyor, kaliteli bir romantik film pek tabii sevilebilir. Romantik film seven insanlar bu küçük görmenin yanında insanların akıllarında belli özelliklere sahip, tek yönlü insanlar olarak kodlanmış durumda. Oysaki yine aynı kişiler, aynı zamanda baştan aşağı bilim kurgu hayranları. Pek çoklarının düşüneceğinin aksine evet, aynı anda birbirinden uzak iki şey sevilebilir. Aynı anda hem kışı hem yazı sevmek veya hem dağ eteklerinde hem de okyanus kıyısında vakit geçirmeyi sevmek gibi.

The Notebook, 2004

 

Birini sevdiği şeylere göre yargılayanların yanında, sevmediği şeylere göre yargılayanlar da kol geziyor. Günümüzde pek çok kişi korku filmlerini severek izliyor. Peki ya sevmeyenler? Korku filmi sevmek olmazsa olmazmış gibi davrananlar, sevmeyenleri “zayıf” veya “korkak” olarak görenler var. Oldukça yanlış bir düşünce bu, birini zaman zaman şiddet, gerilim ve korku unsurları içeren bir şeyi sevmediği için “zayıf” görmenin mantıklı bir tarafı yok. Sonuçta korku filmi izleyenler de, filmlerde gördüğümüz kahramanlardan olmuyorlar. Bu aynı bazı kişilerin limonun ekşiliğini sevmesi bazılarının da sevmemesi gibi, büyütülcek bir olay değil yani.

Silence of the Lambs, 1991

Bunlar birçoğumuzun tanık olduğuna emin olduğum bu yargılama durumuna verilebilecek en basit ve açık örnekler. Tabii ki insanları yargılamamanın yanında, önümüze çıkan sanatsal içerikleri değerlendirmek gerekir. Sonuçta körü körüne her şeye açık olmak da yararlı değil, karşı karşıya olduğumuz şeyin sanat değerini tartmalı ve ciddiye alınabilecek bir şey olup olmadığına karar verilmelidir.

Burada önemli olan nokta sanatta yeni şeylere açık olmak ve saygı çerçevesinde, seçici olmayı dengelemektir.